Kırık, yanıp sönen bir sokak lambası, yeteri kadar aydınlatamıyordu küçük kasabayı. Yıldızların gökte yaptığı dans, hiç de çekici gelmiyordu şu an ona. Öfkeyle izliyordu civarı. Sessizce oturmuştu, çoktan kendisini yutmak isteyen karanlığa teslim olmayı kabul etmişti. Sinirliydi, zaten şu ana kadar ne zaman öfke ve acıdan başka bir şey hissetmişti ki? Kırık sokak lambasının aydınlattığı kasaba, pencereleri tozlu bir kaç barakadan oluşuyordu. Karşılıklı dizilmiş barakaların arasından geçen toprak bir yol, ikiye bölmüştü evleri. Küçük yıldızların aydınlanmada daha fazla rol oynadığı herhalden anlaşılabilirdi. İçindeki öfke dalgasına hakim olamıyordu. Neden böyle bir hayat yaşamak zorundaydı? Neden? Hergün evlerine gelip onlara bir kaç pis yiyecek getiren kara kukuletalı amcalarda kimdi? Yolun solundaki ikinci barakanın tozlu penceresinden sızan ışık, kirli yüzünde gözyaşlarının geçtiği yerleri belirliyordu. Bu, yaklaşık10-11 yaşlarında, küçücük bir çocuktu. Bu kadar acıya dayanması bile mucizeydi. Ama anlayamadığı şeyler vardı. Çünkü kasabanın diğer çocuklarına hiç benzemiyordu. Bazı nesneleri sadece bakarak uçurabiliyor, Arkadaşlarına hiç bir hareket yapmaksızın, sadece isteyerek istediği her şeyi yaptırabiliyordu. Bu çevre tarafından garip karşılanıyordu. Yoksa Canoros, bir deli miydi? Fakat garip olan başka bir şeyse, ailesi bunu hiç önemsemiyor, normal buluyordu. Yoksa ailecek özel miydiler? İçinde hissettiği garip bir öfke dalgası vardı. Güçlü hissediyordu. Evet, evet, güçlüydü. O en güçlü çocuk olmalıydı. Özeldi, özel güçleri vardı. Ama aniden heyecanı bir mum gibi sönü verdi heyecanı. Başına öne eğdi, ve kendi kendine fısıldadı''Ama bunu annem ve babam gayet normal karşılıyor. Acaba ailecek özel insanlar mıyız?
Şu ana kadar ailesi hep diğer çocuklarla oynamasını engellemişti. Ailesi diğerlerine, bulaşıcı bir hastalık taşıyormuş gibi davranıyordu. O bir çocuktu ve doğal olarak bunları merak ediyordu.Acaba özel miydi?
''Hayır'' dedi kendi kendine ve pencereyle konuşuyormuş gibi ona kızdığını belirtircesine sırtını ona döndü ve gözlerini onu içine çeken, boğan karanlığa dikti. Karanlık...
Aniden bir ''Şak'' sesi duydu. Hemen karanlık koridora doğru koştu. Evlerinin küçük salonuna tam girecekti ki içeriden gelen sesleri duymaya başladı:
-Lordumuz artık sizin gelmenizi istiyor. Oğlunuzun çok zeki olduğunu düşünüyor. Okula gitme yaşı da geldi. Onu yanına alıp bir kaç öğüt verecekmiş.Babasının duygulu ve kesin cevabını duydu:-Ta-tabii oğlumun Lordumuz tarafından yetiştirilmesini çok isterim.Aniden salonun kapısı yere düştü. Zaten kırılmak üzereydi. Canoros, bunu unutmuştu ve sinirle kapıya yüklenmişti. Anne ve babasına soru sorarcasına baktı. O anda gözü kukuletalı, yaklaşık 25-26 yaşlarındaki hafif esmer tenli gence kaydı. Yüzündeki çirkin, hain, ve kurnaz gülümsemeyi sezinlememeye imkan yoktu. Elindeki sopaya benceyen bir cismi kaldırdı ve bu şekilde birini korkutmak istermişçesine fısıldadı:''Lumos!''Odanın içi, aniden Canoros'ın gözlerini kamaştıran bir ışıkla doldu. Canoros, esmer gencin elindeki sopaya sırtını döndü ve kolunu kaldırdı. Bir süre sonra ışığa alışmıştı. Aniden annesinin gözlerine baktı. İlk kez annesinin sanki canının yandığını fark etti. Sonra genci hatırladı. O, o ışık, nasıl oluşmuştu.? Geri iki adım attı ve elinden geldiği kadar sesine cesaret tonu yükleyerek konuştu:-Anne, ne oluyor burada? Her gün evimize gelen şu adamlarda kim?Küçücük salona, Canoros'ın kulaklarını sağır eden bir sessizlik hakim oldu. Bir kaç saniye sonra, annesinin ağzını açtığını fark etti, fakat babası ondan önce davranıp konuşmaya başladı:-Oğlum, biz bu kasabada gördüğün insanlardan çok farklıyız. Bizler özeliz oğlum, eminim biraz da olsa sezinlemişsindir. Özel bazı güçlerin var fark ettin değil mi? Bunun sebebi şu ki oğlum-Bir kaç saniyelik bir sessizlik oldu. Canoros, artık kalp atışlarını bile duyabiliyordu. Babası, son nefesini veriyormuş gibi konuştu:-Sen bir büyücüsün.Canoros'ın duyduğu son sözcükler, ona demir bir yumruk gibi çarpmıştı. Büyücü mü? Bu, bu nasıl olurdu. Demek bu yüzden hep dışlanmıştı. Lanet bir büyücülük yüzünden. Şaşkınlıkla bakan gözleri, bir annesinin, bir de babasının yüzünün üstünde geziniyordu. İşte o anda Canoros'ın ürpermesine sebep olan birkaç kanat çırpma sesi fark edildi. Canoros, hızla arkasını döndü. Kukuletalı gencinde elindeki sopayı baktığı tarafa doğrulttuğunu fark etti. Az sonra Canoros'ın omzuna bembeyaz, müthiş güzellikteki bir canavar kondu. Bu bir baykuştu. Resimlerini görmüştü, ama ilk kez canlı canlı görüyordu. Sonra omzunda bir şey daha olduğunu fark etti. Dikdörtgen ve hafif bir şey. Elini o tarafa götürdüğü anda baykuşun uçtuğunu fark etti. Elini onu yakalamak için ileri uzattı, ama o uçup gitmşiti bile. Kara bulutların önünden geçen baykuşu izlerken eli tekrar omzuna gitti. Ardından omzunda duran şeye bir göz attı. Bu bir mektuptu. Mektubun en altında parlayan bir yazı gördü.''Canoros Thomas Watson''. Mektubu açtı ve arkadaki anne ve babasının da duyabileceği kadar yüksek bir ses tonuyla okumaya başladı.''Sayın Canoros Thomas Watson. Hogwarts Cadılık Ve Büyücülük Okulu'na kabul edildiniz. Sihirli günler.''
-Sihirli günler mi? dedi ve döndükten sonra şaşkın gözlerini ona bakanlara çevirdi.-Evet, sen bir büyücüsün. Bu da cadılar ve büyücüler arasında bir selamlaşma yöntemidir. Mesela Muggle'lar da ''İyi günler'' der.Bu cümleleri söyleyen kukuletalı gence baktı. Uzun boyluydu ve tavana deymemek için kafasını biraz eğmişti. Aniden babasının sesini duydu:-Büyücülük eğitimin için Hogwarts'tan önce Karanlık Lord'un yanına gitmelisin. En doğru eğitimi orada göreceğinden emin ol.Canoros, şok olmuş bir şekilde küçük salondakilere bakmaya devam etti. Bu kadar fantastik bilgiyi bir gecede kaldırmasına olanak yoktu. Tam bu sırada arkasından onun sıçramasına yetecek bir kaç ''Şak''sesi duyuldu. Bunların hemen ardından tanıdık bir sesin sözlerini hala salona bakarak dinlemeye koyuldu:-Neden çocuğa yalan söylüyorsun Tom Amca? Sersemlet!Aniden yanından hızla kırmızı bir ışık huzmesi geçti ve babasını yere devirdi. Aynı şekilde salondaki diğer iki kişi de yere yığıldı. Canoros henüz olayların şokundan kurtulamadan kendisini karanlığın içinde buldu. Her yanı acıyordu ve feci bir şekilde midesi bulanıyordu. En sonunda ayağının yere değdiğini hissetti ve yaptığı ilk şey lavaboyu bulmak oldu. Yüzü bembeyaz bir şekilde lavabodan çıktı ve kendisini üçlü bir koltuğa oturmuş, bekleyen kuzeninin yanına attı. Bir süre öylece bekledi. Az önce olanları kafasında oturtmaya çalıştı. Bunu beceremeyeceğini fark edince kuzenine döndü ve konuştu:-N'oluyor? Bana açıklar mısın? Kafam çok karıştı.
Aniden yere yığılan anne ve babasını hatırladı ve panikle kuzenine bir soru daha yöneltti:
-Annem, babam. Onlar iyiler mi?Cevap beklediğinden hızlı geldi. Fakat bu onu sakinleştirmek için söylenen sözlerdi:-Öncelikle sakin ol tatlım. Annen ve baban iyi. Sadece bayıldılar.Canoros, kuzeninin devam etmediğini fark edince biraz da öfkeli bir ses tonuyla konuştu:-İlk soruma hala cevap alamadım.Kuzeni, utanç dolu bir şeyi açıklıyormuş gibi konuşmaya başladı:-Canoros, annen ve baban, sana büyücülükle ilgili şeyleri anlattılar. Fakat büyücü dünyası düşündüğün gibi değil. Büyük bir savaş var. İyiler ve kötüler arasında. Anne ve baban, o evinize gelen adam kötülerin tarafında. Biz ise iyilerin tarafındayız. Onların amacı, sihir bakanlığını ele geçirmek, Muggle'ları, yani senin kasabanda yaşayan diğer insanlar gibi insanları katlederek, sadece onlara göre laik insanların yaşadığı bir dünya yaratmak. Bu çok büyük bir katliam ve bir o kadar da büyük bir suç. İşte bizde bu suçun önüne geçmeye çalışıyoruz.Derin bir nefes aldı, ve kaşları çatık bir şekilde Canoros'a döndü. Kararlı bir ses tonuyla konuştu:-Şimdi bir karar vermen lazım. İyilerin tarafında mısın? Kötülerin mi?Canoros, aniden ailesine karşı müthüş bir nefret duyduğunu hissetti. Demek o masum insanları öldürüyorlardı. Oturduğu koltuktan kalktı ve kararsız adımlarla pencerenin yanına yürüdü. Kocaman bir dağın ardından doğan müthiş, turuncu Güneş'i seyrettii. Bir kaç dakika sonra, artık Güneş tamamen görünmüştü. Canoros, aniden kaşlarını çattı, ve o müthiş Güneş'e sırtını, onun kararını vermesini bekleyen kuzenine de yüzünü döndü. Kararlı bir ses tonuyla konuştu:-Barışçıl bir şekilde yaşamak, o masum insaları kurtarmak, en önemlisi o Karanlık Lord'a gününe göstermek için elimden geleni yapacağım. Gerekirse bu uğurda canımı bile verebilirim.
Kuzenin yüzünün yumuşadığını fark etti. Güneş'i hatırladı. Evet, bir gün tıpkı o Güneş gibi karanlığın üstüne doğacak, Karanlığı dağıtacaktı.